Sosyal ağlar :

DİL

PRATİK BİLGİLER

» Amortisman Sınırı
» Vergiden Müstesna Yemek Bedeli
» Emlak Vergisi Oranları
» Fatura Düzenleme Sınırı
» Değer Artış Kazançları İstisna Tutarları
» Kıdem Tazminatı Tavanı
» Usulsüzlük Cezalarına Ait Cetvel
» Yıllık Ücretli İzinler

MUHASEBE STANDARTLARI

Ülke içinde kullanılan muhasebe standartlarını uluslararası standartlarla bütünleştirebilmek için 1995 yılından bu yana 43 uluslararası muhasebe standardı Türkiye’ye ...

T.C. RESMİ GAZETE

   TARİHİMİZDEN

Şiddet ve toplumda uzlaşının sırları!

 Yaşam da kişi, davranışının sonuçları olacağını bilir.bir kişi herhangi birisini öldürmek isteme düşlemine sahip olabilir;ama bu düşlem ancak çok seyrek olarak eyleme dönüşür.

Birçokları bu düşlemleri düşlerinde açığa vururlar, çünkü uyku durumundayken düşlemler hiçbir sonuç oluşturmazlar.

Gerçek bir tehlikenin, bu tehlikeye karşı koyacak olağanüstü durum enerjisini harekete geçirme eğilimi olduğu çok iyi bilinir;

çoğu kez bu enerji, ilgili kişinin bedensel güce, beceriye yada dayanaklılığa sahip olup olmadığını düşünmeyeceği bir ölçüde harekete geçer. Ama bu olağanüstü durum enerjisi, ancak organizma gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığında harekete geçirilir.

 Çanakkale savaşı ile ilgili, Hüseyin oğlu Mustafa onbaşı ile paşamın muhabbetini paylaşıp ne demek istediğimi de tarihsel bir olayla  anlatmış olayım;

    _Eee, sen nerelisin bakalım?

    _ Afyonkarahisar’ın, Sandıklı kazasının, Kosura köyünden Hüseyin oğlu Mustafa.

    _ Rütben?

    _ Onbaşı.

    _ Sen de Çanakkale’ de bulundun demek?

    _ Evet efendim bulunduk.

    _ Yaralandın mı?

    _ Evet, kolumdan, bileğimden, parmağımdan.

    _ Neyle yaralandın?

    _ Misket parçasıyla. Şarapnel misketinin parçasıyla.

    _ Hangi taraftaydın?

    _ Seddülbahir tarafındaydım. Domuzderesi’ nden girdik, Kanlıdere’ ye çıktık. Kirteköyünün alt yanında Kanlıdere vardır, işte oraya…

    _ Ne gördün bu çarpışmalarda? Biraz naklet bakalım.

    İçini çekti:

    _ Şimdi efendim, Kanlıdere ‘ ye girdik. Başladık çarpışmaya. Alayımızı ne söyleyecek miyiz?

    _ Yok, sen bilirsin.

    _ Neyse. Kanlıdere’ de biz, bir altı gün kadar savunma yaptık. Sonra üç gün dayanma yerine, sargı bölgesine çekildik. Ondan sonra Kirte köyünün altına girdik. İştene asıl ateşe şimdice gireceğiz. Kirte köyünün altında şimdice 60. Alay sağımızda saldırıya başladı. Bizim Alay da, 2. Alay da onun solunda saldırıya başladı. Ondan sonra bizim arkamızdan şiddetli saldırı emri geldi. Biz hücuma kalktık. Şimdice düşman şiddetli ateş açtı. Bizim tabur kumandanımız dedi ki: “Haydi, bu şiddetli ateşe karşı fedai çıkacak yok mu?” Bizim 1. Tabur’dan elli kişi kadar çıktık biz. Düşman bize şiddetli ateş atıyor. Biz bir iki şehit verdik. Düşmanın siperlerini tutuncaya kadar hem atıyoruz, hem hücum ediyoruz. Düşmanın siperlerini tuttuk. Düşman her ne kadar bize ateş ettiyse de önümüzü alamadı. Siperlerden püskürdü. Şimdice birazları siperlerden çıktı, kaçtı. Birazları içinde kaldı. Onları arkasından süngüledik. Kâfir kum torbasına sarılıyor ki öte yana kaçacak, deniz tarafına. Biz hepsine süngülerle saldırdık. Beline beline süngüledik. Hele benimki yağırcısına geldi.

    _ Yağırnı ne demek?

    ( Eliyle belini göstererek)

    _ Hani şu bel kemiği yok mu? Ona bizde yağırnı deriz. Süngü kırıldı. Sonra biz bunun siperlerine atladık. İkinci siperlerden de çıkardık bunu. Deniz aşağı yoğduk. Sonra bizim tümen kumandanından emir gelmiş ki “Askeri geri çekin” diyerekten. Biz geriye dönünce başladı denizden bombardıman etmeye. Biz kendimizi siper aldık. Önceden bir gülle düşmüş de çukur açmış imiş. Bizim kaçırdığımız düşmandan on altısı kaçamamış. Oraya siper almış da yatmışlar. Sonra bizim arkadaş vardı, Ethem Ağa deriz. O adam görmüş onları. Bombacıydı o da.

    _ Kim, Ethem Ağa mı?

    _ Evet. Dedi bana; “Mustafa Onbaşı, burada birkaç kişi var ama bunlar diri. Ben üstlerine varmadım. Ne yapayım?” dedi. Dedim; “Sen ben varalım üstüne”Bundan üç bomba aldım ben. O da peşimden geldi. Beraber olarak vardık. Gösterdi orayı bana. Hemen ben kibriti aldım, çaldım, attım. Çaldım attım. Çaldım attım. Ben üç atıncaya kadar da iki tane o çocuk attı.  On altısı da maf ( mahf) oldu. Sonra biz çocukla geri geldik. Sıçan yolundan gelirken Üsteğmen Cemal Efendi vardı bizim. Üsteğmen Cemal Efendi orada bacağından vurulmuş, “Aman evladım, beni burada bırakmayın”dedi. Onu aldık arkamıza sargı yerine gittik. Ondan sonra Kitre köyünde bulunduk.

    _ Sen sonuna kadar orada mıydın?

    _ Hayır. Üç ay eğleştim. 60. Alayın ardından takviye gittiydi. Yaralandım İstanbul’a geldim.

    _ Nasıl oldu?

    _ 60. Alay Kitre’nin altında savaşa girdi. Düşman buna saldırmış, siperlerin birinde bizimkileri maf etmiş. Sonra 60. Alay kumandanından bizim alay kumandanına telefon gelmiş, destek istemiş. Bizim 4. Alay’ın 1. Taburu’nu arkasından takviye verdiler. 60. Alay’la karıştık. Biz girdik şimdice Kirde’nin altından… Bize emir verdiler hücuma kalktık. Girdik, orada düşmanı yine püskürttük siperinden dışarıya. Mustafa Efendi vardı; yüzbaşımız, önümüzde; “Haydin evlatlarım, anamız bizi bugün için doğurdu” diyerekten elinde kılıcıyla İngiliz ikinci siperlerine de girdik. Oradan da kaçırdık İngilizleri.

    _ Eee, bu İngiliz cesur mu bari?

    _ Askeri korkaktır yani. Denizden gücü çoktur. Yoksa karada yüzü yoktur. Bir kere Türk’ün askerini gördü mü gerisin geriye kaçmaya yüzü yeter. Yoksa başka bir şeye yetmez.

    _ HımMm!

    _ Yine biz devam ediyoruz. Akşamın Alaturka saat 11.00 sıralarında (Günbatımına bir saat kala ) bizim topçular yukarı cephemizden başladı ateş etmeye. Sonra bir yol onun topçuları da bu hücumun arasına ateş etti. Ortalık biraz siyahlık oldu. Akşam olunca düşmanın askerinin kalan bir kısmı denize aşağı kaçtı. Sonra topçular birbirine savunma ateşi açarken toplarını saldırdığımız bölgeye düşürüyorlardı. Tozdan dumandan birbirimizi fark edemedik. Başladık ünleşmeye gayrı, “Bu tarafa gel, bu tarafa gel”diye. İşte o gün yaralandım. Ama bilmem bizimki mi yaraladı onlarınki mi? Tozdan dumandan anlayamadık.

    Anlattığı feci boğuşma sayfalarını, ölüm anlarını daha da açmak için sözlerine ellerinin işaretlerini katarken gördüm ki sağ elinin şahadet parmağı yarısından yok. Sebebini sordum; Önemsemez bir eda ile dedi ki:

    _ Orada düştü gitti.

    _ Anlat, anlat. Yaralanınca nasıl oldun?

    _ Ben, kızgından (sıcaklığından) bilemedim yaralandığımı. Arkadaşlar dedi ki: “Sen yaralanmışsın Mustafa Onbaşı, yeninden kan sızıyor”. Bir de baktım parmağım da yok. Eh, ben yaralanmışım dedim.

    _ Vurulanlar bağırıyor mu?

    _ Biz duymuyoruz. Onlar geride kalıyor. Top sesinden, silah sesinden hiç duymuyoruz.

    _ Bari insan o aralık bir şey düşünebiliyor mu?

    _ Hiçbir şey düşünemiyor. Yalnız korkmuyor. O ateşin içinde öleceğini mi kalacağını mı bilemiyorsun. Subaylarımız bize tembih ederdi ki; “ Oğlum, Selaten Tüncına’yı okuyun”derlerdi. Bilenlerimiz okurdu, bilmeyenlerimiz de tekbir alırdı.

    _ Ara sıra şarkı söyler miydiniz?

    _ Asker kendi arasında geceleri şenlik yapar, şarkı çağırır, türkü çağırır. Eğlenmek bu; oynayanlar oyun oynar, çalgı çalanlar çalgı çalar, bilmeyenlerde seyreder çadırın içinde.

   _ Arkadaşlar birbiriyle iyi geçinirler miydi?

   _ Ayy, iyi geçinmenin sözü mü olur? Birbirlerine yardım ederlerdi.

    _Senin en iyi kafadaşın kimdi?

    _Ethem vardı, şehit gitti. Allah rahmet eylesin. Bir de…

    _ Hani o bombayı  atan Ethem mi?

    _ Evet! Bir de Hüseyin vardı, yaralı geldi.

    _ Bizim askerlerimiz cesur muydu?

    _ Cesur idi, cesur olmaz mı? Ben sonrakileri bilmiyorum ya, ilk defa askerlik yapanları… Neden dersen biz hep aynı yaştaydık. Biz rediflerdik (redifler). Hep 93 (Miladi: 1878) doğumlular.

    Derler ki savaşta bizim askerlerin gözüne yeşil sarıklı askerler görünürmüş. Siz d